26 Ocak 2014 Pazar

Kilyos'ta naptınız?


Merhabalar!

Bu sefer ki konum, Kilyos. Kilyos'a, ilk defa ve kışın gitme fırsatı buldum ama hava çok güzeldi, kumdan kocaman bir sahildi ve kimseler yoktu. Ben oraya bayıldım. Amacımız, bir keşif yapmak içindi. Arkadaşımın bir videoda karşılaştığı manzaradan etkilenip atlayıp gittik ama çok hazırlıksız yakalandık. Yanımızda olması gereken en önemli malzememiz mangaldı ve arkadaşlardı. Orada çok güzel, ortam yapılır :)



Yaz olsa; mayomu kapıp, güneşlenmeye ve yüzmeye giderim. Gece sahilde kamp yapar, ateşin başında deniz manzarasında ve yıldızların altında müzik dinler ve yanımdakinin ellerini okşarım. Ateşin başında marşmelov ısıtır, yerim ve en sevdiğim yıldızların altında uyurum.

Kış olsa; alırım arkadaşlarımı, götürürüm mangal malzemelerimi, biber mi istersin, et mi? Ben pişirmem tabi, yani yakarım. Bu yüzden arkadaşlarım yapacak, ben farazi konuşuyorum. Kış olsa; Eren'in arabasıyla tepelere çıkar, iner, patinaj atarız. Döndürürüz, atlarız, zıplarız. Müzik açar, kamp sandalyelerinde keyif yaparız. Belki başka offroad araçları olursa, onlarla takılırız. Bunu söylüyorum çünkü geçen gittiğimizde birkaç offroad aracı toplaşmış, keyif yapıyorlardı. Onları kıskandım.

Taşlar, oturmak için rahatlar.
İşte geçen sefer, bu kadar hazırlıksızdık. Biraz dolaştık, biraz kumda hız yaptık ve fotoğraf çektik geldik. Orada daha uzun vakit geçirmek isterdim ve yanımda muhakkak fotoğraf makinası olan bir arkadaşımı götüreceğim :)

Günün devamı var... Baktık, Kilyos'ta yapacak bir şey bulamıyoruz. Belgrad'a gidelim dedik. Belgrad'a giderken 3. köprünün izlerini gördük. Garipçe köyü, baya meşhurmuş diye gidelim, görelim dedik ve pek farklı bir tarafı yoktu ama insanlar, çılgınca oraya akın ediyor, deniz kıyısında balık yemek için çırpınıyorlardı. Bir gün gidersem, size balığın lezzetli olup olmadığını anlatırım yoksa o kadar zahmet edilecek bir köy gibi gelmedi bana.

Belgrad'a girerken, giriş ücreti ödedik. Giriş, haftasonu 10 Tl'dir. Haftaiçi ziyaretler için 5 Tl'dir ama biz arkadan,  bir giriş bulduk. Birazdan bahsedeceğim. Size tavsiye ederim, ücret edemeden Belgrad ormanına giriş yapabilirsiniz. Kulağa, saklı, gizli bir yol gibi gelmesin. Bildiğiniz bir yol, sadece bilinmiyor ve insanlar, boşuna para ödüyor.

Belgrad'ın büyük bir alan olmasını çok seviyorum çünkü ne kadar kalabalık olursa olsun, gidebileceğiniz her zaman sakin ve sessiz yerler var. Kendi başınıza keyif yapabilirsiniz. Ayrıca küçük bir alan olsaydı, arabayla gezmek de hoş olmadı. Yolun sonuna çabucak varmak, keyif almak için güzel olmayabilirdi. Belgrad'ın en sevdiğim taraflarından biri, offroad yapılabilecek her zaman çamur bulabilirsiniz. Offroad, çok seviyorum malesef...

Belgrad'da dolaşırken, bir tepeye çıktık. Manzara aslında çok güzel iken, aynı zamanda korkutucuydu da... Karşılaştığım manzara; sevgili insanlar, orman içinde piknik yaparken, Belgrad'ın görülmeyen ve kullanılmayan alanı inşaat haline dönüştürülmüş ve bir çok ağaç katledilmişti. Üzücü bir durum...

Güzel bir şey daha var ki; o alandan geçerken Belgrad'a giriş kapımızı bulmuştuk. Garipçe köyünden, Belgrad ormanına bağlanan bir yol bulduk. Yolun sonunda, güvenliği geç, bir kapı bile yoktu. Bir çok insani tek girişi bildiği için, para ödüyorlar. Gerek yok, artık yeni bir girişiniz var.

Bugün, güzel bir gündü. Güzel yerler ziyaret ettim ama oralarda, yeterince vakit geçiremedim. Her şey, tecrübe...

Günü, en sevdiğimiz şekilde tamamladık. Re Cafe'de nargile zamanı ama o başka macera...






25 Ocak 2014 Cumartesi

Kız Kıza Eğlensek...


Klasik bir kız eğlencesini, Taksim'de yapmaya karar verdik. Gezip, yemek yeyip, dans edecektik ama nerede? 

Uzun zamandır gitmek istediğim ama vakit bulamadığım Taksim'de ki J'adore'a o akşam gidebildim. İsmini çok duymuştum ve herkes, çok fazla övüyordu. E tabi ki beklentim yükseldi. J'adore'a gittim, Taksim'in ara sokaklarında, köşede sıkışmış kalmış küçük bir mekandı ve çok ışıklı süslüydü. İçeri girince sol tarafımda, çikolata ve şeker tezgahı, Harry Potter filminden çıkmış gibiydi. İlk izlenim, süperdi. Oturacağımız yer, bir çatı katıydı ve Fransız filmlerini çok sevmesem de, filmlerden gördüğüm kadarıyla, Fransız pasta hanesini andırıyordu. Loş ışıklarla süslendirilmiş bir çatı katı. Okuyunca, kulağa çok harika gibi gelebilir  ama beklentinizi çok yükseltmeyin çünkü mekan, sadece orijinal, çok karşılaşmadığımız bir tarzda... Onun dışında, size sıra dışı bir mimarisi olmadığını veya çok farklı bir hizmet sunmadıklarını söyleyebilirim.

yemektarifleriyaz.blogspot.com'dan alınmıştır.
Yemekten fotoğraf çekmeyi unutmusum. 
J'adore'un en ünlü tatlısı, Oh La La Beatrice... Bir tabak dolusu, çikolata ve meyve içinde çikolatalı kek. Çok bir numarası yok, evde de ıslak kekle, top kekle yapabileceğiniz bir lezzet ama mekan ve arkadaşlar, keyif almanız için yeterli olacaktır. Ben J'adore'u sevdim ve keyif aldım. Kısmet, diğer tatlılarına...












 İkinci konağımız, Galata ışıklarını bir içimize çekip, fotoğraflarımızı çektikten sonra Galata'nın yakınında ki Sensus mekanımız. Hemen Galata'nın yanında ki ara sokaklardan birinde, küçük bir demir kapısıyla içi kocaman bir şarap mahzeni...İşte Sensus, o gecenin favori mekanıydı. Burası da, bana Hobbit köyünün mahzenlerini andırıyor. Üç arkadaş, bir şişe şarap söyledik ve şarküteri tabağı... Benim tatlıdan sonra acıkma durumum olduğu için, ekstra paçanga böreği söyledim ve tadı hoştu. Şarküteri tabağımız da; peynirler ve salam çeşitlerinden oluşuyor. Çok tanıdık olmadığım lezzetlerdi, hoşuma gitti. Şarabın ismini malesef hatırlamıyorum ama arkadaşım Sensus'un sadece Türk şarabı sattığını söyledi. Bu çok ilginçti çünkü mekan da çok fazla farklı şarap vardı. Bu kadar şarabımız olduğuna inanamadım pek. Mekanın tek negatif yanı, akşam saat 11'de kapatmasıydı. Keyfimiz kursağımızda kaldı.

İşte keyiften sonra artık, dansa gidebiliriz. Tek eksiğimiz o kaldı. Son mekanımız Roxy. Giriş ücreti ödedik ve hiçbir içki dahil değildi. Belki kazıklanmış olabiliriz ama olsun, bilemeyeceğim. Benim ilk Roxy maceramdı. Mekanı size azcık tarif edersem, dans etmeye müsait, bir şeyler göstermek için ekran ve basamaklarına oturabileceğimiz bir merdiven. Perdeler arkasında şık koltuklar vardı ve ünlü mafya babalarının gelince oturabileceği yerlere benziyordu. Roxy'de çok beklenti karşılayan bir mekan değildi ama son zamanlarda gittiğim en dans edilebilesi müziklerdi. Belki de, popüler club müziklerinden sıkılmış olabilirim çünkü müzik türü az pop rock ve rocka kaçıyordu. O türde dans etmek de hoş oldu. Hatta bilmediğim hard rock bir parçada, arkadaşımın kopuşu görülmeye değerdi.



Bir kızlar gecesi de, böyle bitti ama çok eğlendim. Canım arkadaşlarım Rana ve Zeynep'e çok teşekkür ederim...








17 Ocak 2014 Cuma

Spor, eğlenceli olabilir...

 Acaba şu anda iş hayatına ne kadar yoğunlaşıp, tembelleşip ve kendimizle ilgilenmeyi bıraktığımızı fark eden kaç insan vardır? Tabi ki, sayısı çok fazla ama bir yerden başlamak gerek..Kendinizi bir zahmet iterseniz, bir çok şey başarılabilir..

En basitinden, spor yapmak... Ömrü uzatır, enerji verir ve tabi ki mutluluk hormonlarını da salgılar. Bugün televizyonda karşılaştığım bir adama, ağzımı açarak baktım çünkü 55 yaşında olmasına rağmen, en az 35 civarı gözüküyordu ve tabi ki, Türk değildi. Tabi ki dememle, Türkiye'de böyle bir şeyi çok beklemediğimi anlarsınız ve ben de bir Adriana Lima değilim...

Bugün spordan bahsetmeye karar verdim çünkü erkek arkadaşımın sayesinde, çok güzel bir tecrübe yaşadım. Eğer o beni itmeseydi, Kadıköy'den başlayıp Bostancı'ya kadar bisiklet sürmeyecektim. Kendisi fırsat buldukça bisiklete biniyor, bende 1 kere onla tecrübe etmiştim geçen sene. Bu sene şansımı tekrardan denedim ve belirlediği mesafe gerçekten fazlaydı, ağlıyordum ama gittim.

Kadıköy'den başladık, yavaş yavaş Bostancı'ya geldik. Sırtımızda çantalar, ışıltılı ceketler ve fotoğraf çekilmeler... Işıltılı ceketler olmak zorunda, burası Türkiye, çarparlar falan hiç belli olmaz. Çantamızda, sabırsızlıkla içmeyi beklediğim; içi adaçayı dolu, 10 saat sıcak tutabilen ve kırılmayan çelik bir termosum vardı. Bostancı'ya kadar ulaştıktan sonra, dönüş yolunda sahil üzerinde sarı ışıklarla aydınlatılmış bir restaurantın önünde bacaklarımızı uzatıp, manzaraya karşı çayımızı yudumladık. Allahım, ne güzel keyifti o...



Sonra dönüş yolu acı verici olabiliyor çünkü çok uzun bir yol ve enerji bitmiş, direnç kalmamış bir halde devam ediyorsunuz. Bir de, şevkiniz kırıldıysa, motivasyonda yok mutluluk da... O gün bu kadar yorulmamın sebebi, hem uzun zaman spordan ayrı kalmaktı hemde bisikletten sonra kendi halimize bakmayıp, Moda'da ki Reçel isimli mekana gitme isteğimizdi. Gitmeseydik, eve gidip dinlenecektim ama pişman mıyım? Hayır...

Moda'ya giderken, bir yokuştan geçtik ve işte o beni bitirdi. Çok yoruldum ve şevkim kırıldı. Motivasyon sıfırdı.

Reçel'e varınca da, bir kavunlu naneli nargile, işte bürün keyif oydu. Yanında da, kendi yaptıkları sahlebi içerseniz, aradığınız huzura kavuşabilirsiniz.




Artık dönüş yolu, gerçekten bir işkenceydi ama vardık ve ertesi gün her yerlerim tutuldu ama gene de güzel oldu.İşin kısacası, spor yapmak zor ve zahmetli eğer istemezseniz ama azcık itelemeyle bile yapsanız güzel hale getirebilirsiniz.








2 Ocak 2014 Perşembe

Good bye 2013, Welcome 2014


      Merhabalar!

      Yeni yılınız kutlu olsun. Umarım bol sağlık, eğlence, para, mutluluk ve aşk getirsin. Hayat enerjiniz hiç sönmesin ve arkadaşlığınız hep kalıcı olsun.

      Yeni yıla girmek ve çıkmak ne kadar kolay. O kadar hazırlık yapıyorsun, süsleniyorsun, bekliyorsun ve geçiyor, bitiyor. Bu sene de geçti ve yılbaşı kutlamasından hiçbir şey anlamadım. Sen kendin planlasan bile, kaza geliyor, seni buluyor. Malesef atladığım küçük bir detay, aç karnına alkol almaktı çünkü yeni yıla 12'ye dakikalar kala ben yatakta uyuyordum. Bu kadar erken bir saatte... Hayatımın en kısa yılbaşı kutlaması oldu ve çok hazırlık yapmıştım. Saçlarım düz olmasına rağmen, kuaförde fön çektirdim. Çok şükür ki; kendimi kaybetmeden önce biraz fotoğraf çektirmişim.

 
Gelelim yılbaşı hazırlıklarına.... Öncelikle sevgili arkadaşım Ece Aker'le yaptığım süs alışverişi var. Ben süslere bayılıyorum. Hatta yılbaşını sırf kutlamamın sebebi süsler ve yılbaşı ağacıdır. Alışverişimizi çok güzel yaptık, baya para harcadık ve yılbaşı sabahı o kadar bitkin ve umursamazdım ki, o süsleri orada bıraktık. Enerjim olsa, onları toplayıp götürecektim. İçim kaldı valla. Artık seneye yeni süslerle yeni yıla gireriz...                                  

31 Aralık 2013, süslendim, püslendim. 1 Ay öncesinden kiraladığımız, evimize yerleştik. İçecekler, yiyecekler ve Ece'ye sipariş ettiğim çikolatam bile vardı ama hiç birini yiyemedim. Eve geldiğimiz anda, başlayan sohbet, müzik ve karmaşayla yemek yemeği unuttum ve sadece 2 bira ve 1 bardak votkayla zum oldum. Bari bir tekila shot yapaydım.

Bir ara, dans ettiğimi, baya muhabet ettiğimi ve ben sarhoşum diyerekten ortalarda gezdiğimi hatırlıyoum. Hatta melekleri bile görüdm ama 5 dakika falan. En önemli detay, alkol varsa kesinlikle evinde parti verme..

Yeni yılın ilk vakasını yaşadım ve inanın gerçekten gülüyorum. Yataktan düştüm ve burnum kanadı. Burnumun üzerine düştüm, ertesi gün morardı, çıt çıt sesler geliyordu. Bir an kırdığımı sandım ama gerçekten gülüyorum.

Sabaha herkesin nasıl uyandığını bir sorun, baş ağrısı olmayan kimse yoktu. En kötüsüde, 2014'e uyuyarak girdim. Geri sayımı duyuyordum ama o ana katılamayacak kadar halsiz ve kendimden geçmiştim.

Bir daha ki yılbaşına, lahmacun ve ayranla girebileceğimizi planlayan arkadaşlarım var...

Yeni yılınız kutlu olsun... Hoşgeldin 2014...







11 Mayıs 2013 Cumartesi

YUDOSK(Yeni Ufuklar Doğa Sporları Kulübü Derneği)




        
http://www.yudosk.org
Ben bir doğa severim ve fırsat buldukça, trekking, kamp ve tırmanış yapmaya çalışıyorum. Outdoor aktivitelerini seviyorum, heyecanlı oluyor, çok eğlenceli oluyor. En önemlisi; enerji var.
Özellikle bu tür aktiviteleri yaptıktan sonra; bütün hayatını kafelerde, sinemalarda, alışveriş merkezinde geçiren insanları anlamamaya başladım çünkü hayatın orada olduğunu düşünmüyorum ve kendimde kapalı alan sevmiyorum ama bence insanlar, çok tembelleşti ve korkak oldular. Yeni bir şey denemeye çekiniyorlar ve sonucunun iyi yada kötü olması, fark etmez. Risk almıyorlar.
Ben onlardan olmak istemiyorum. Bunun için aktivitleri yapabileceğim bir yer aramaya başladım ve YUDOSK'u buldum ve istediğim zaman onlara katılıp, yeni yerler keşfedebiliyorum, gezebiliyorum. YUDOSK, kendi içinde, yürüyüş yapmak isteyen bir grup insanın bir araya gelmesiyle sesini birkaç yılda duyurmuş bir kulüp ve şuanda 2000'den fazla üyeleri bulunmakta ve daha da artıyor. Son 1 yada 2 yılda, insanların doğa aktivitelerine daha fazla ilgili olduğunu gördüm ve bu kişiler ya kendince yada bir kulüple bu tür aktiviteleri yapıyorlar. Bu imkanları en iyi YUDOSK ve türevleri kulüpler sağlıyor ama benim favorim YUDOSK. Kendileri çok iyi organize olabilmiş, tamamiyle kafa dengi insanların buluştuğu ve sadece outdoor aktivitelerle kalmayıp; dans, fotoğraf kursları, yemekler, eğlenceler, ada gezmeleri vs.. yapan bir ekip. Kısaca her şey mevcut ve çok eğlenceliler. Artık insanların böyle imkanları var.  Bu aktiviteler için ödediğiniz tek ücret, kendi yiyeceğiniz ve ulaşımınızdır.

Her akitivite, farklı kategorilerde sıralanıyor.İstediğinizi seçersiniz. Tabiki amaç; herkesi doğaya kazandırmak ama sırf eğlenceye gelinen aktivitelerde yapsanız, gene yürüyüşü deneyeceksiniz çünkü herkes size anlatacak. Kıskanıcaksınız.

Yürüyüşler, zorluk derecelerine göre ayrılıyor. Kolay rotadan başlarsınız, zora doğru ilerlersiniz. Amaç zaten, hem aktivite yapmak, eğlenmek ve yeni yerler görmek. Zaten o kulübe girdiğinizde, yeni insanlar tanıyorsunuz ve bir bakmışsınız, her hafta aktivitelerde adınız yazıyor. Dikkati çekmek istiyorum ki; YUDOSK üyeleri, benden azcık yaşlılar. Ben 24 yaşındayım, genç ve çevik olmam lazım ama inanın o kulüpte, bana taş çıkartacak çok insan var. Çok sportifler, yorulmuyorlar. Ben kendimden utandım. Bir de, neyi merak ettiğimi sorarsanız, bu insanlar çalışıyor mu? Çünkü  vakitlerini o kadar güzel harcıyorlar ki, ben çalıştıklarına inanmıyorum. Önce yorgun olmaları lazım, sonra aktiviteye enerji bulmaları lazım. Ben şuan da çalışan bir insan olarak ve bir aktivite yapmaya zaman ve enerji bulamayarak, asosyal bir çalışan olacağımdan korkuyorum ve tabi ki YUDOSK insanlarını kıskanıyorum.

Yürüyüş diyorduk... Yürüyüşler eğlenceli çünkü önce bir manzara görüyorsunuz, sonra oturup keyfini çıkartabiliyorsunuz veya çok neşeli bir ekip oldukları için, 2 dakika sonra halay çekebiliyorsunuz. YUDOSK, bir kafa dinleme yeri. Herkes, keyif için burada. Ben, yorulmayı seviyorum, taze oksijen aldığımı biliyorum ve yorulduktan sonra beslenmeye ve sıcak bir bardak çay içmeye bayılıyorum. Bir kere; çilek getirmiştim kavanozda. O yükü taşıdım ama gölün başında onu yediğimde, tamam dedim. Şuanda krallar gibi yaşıyorum. Benim gibi düşünenleri davet etmek için, YUDOSK'u anlatıyorum. Yoksa bana para vermiyorlar, reklam için ama belki Oğuz abiyle bunu bir konuşurum. :)
               


Yürüyüş yaparken, bir meyva ağacına takılmaya ve onu sömürmeye bayılıyorum. Bir meyveyi dalından yemek kadar güzel bir şey yok. Yandaki ağaç kuşburnu ağacı. Düşünün 50 kişinin, bir meyve ağacına saldırdığı anı ama olay o meyveyi hayatlarında hiç yemediler gibi değil, sadece böylesi daha zevkli ve daha taze. Birde sizin yorgunluktan aç olma durumunuz var tabi.. Alt köşede gördüğünüz üzere, bir meyve ağacına, dört kişi çullanmış durumda.



Tanıdığım herkese, YUDOSK'dan bahsediyorum ama artık o kadar fazla üye olacak ki, aktivitelere yer kalmayacak. Şuanda da YUDOSK'un basic dağcılık eğtimine katıldım ve sevgili Faik abimiz, bize normal şartlarda da yardımcı olabilecek bir sürü bilgi veriyor, yani bunları öğrenmek için dağcı olmaya gerek yok. Hayatı kolaylaştıran bilgiler. İnanın hepiniz nefes alan, rahatlatan kıyafetler, ayakkabılar yada pantolonlar giymek istersiniz. İlk trekkingimi, sanırsam 50 kişilik bir ekiple yaptım ve herkes o kadar neşeliydi ki, çok eğlenceli bir aktiviteydi. Hayatımda ilk kez, 18 km yürümüştüm. Dalağım şişmişti ama sıkıntı yok :)

Terkos Gölü trekkingde
Bir de bahsedilmesi gereken bir kişi var bence. Oğuz abi, YUDOSK'un başkanı ve kendisi çok eğlenceli ve sportif bir insan. Onunla artık aktivitelerde fazla denk gelemiyorum ama kendisi olabildiğince yardımcı oluyor ve düz yolda giderken, "Niye buradan gidiyoruz? Girin ormanın içine." diye böbürlenen biri ama YUDOSK'a gidiyorsanız, Oğuz abiyle tanışın. Eğlencelidir.



Umarım; YUDOSK'da görüşürüz.


Bahar Festivalleri...

                                 

    Bahar festivalleri, her öğrencinin dönem içinde kafasında büyüterek beklediği eğlencedir ama  o da biliyordur ki; hiçbir zaman çok fazla eğlenmeyecek çünkü bahar festivalleri beklenildiğinden çok düşük eğlence vermekte. En azından bizim okulda öyle, bu yazı daha çok Yeditepe üniversitesine itafen yazılmıştır.


   Bütün üniversitelerin, bahar festivallerinde bir şeyler eksik ve ben doyumsuz eğlence istiyorum. Öncelikle bütün hafta çimlerde takılmak isterken, arka binada ısrarla ders işlemek isteyen hocalarımızın çabasını anlamıyorum. Dönemlik program hazırlanırken, hepsinin festival haftasını düşünmesini ve o haftayı serbest bırakacak şekilde bir program hazırlamalarını istiyorum çünkü zaten o ders işlenirken, arkadan gelen o yoğun ve rahatsız edici müzik, keyfini çıkartamıyorsanız bir şeyle ilgilenmenizide  engelliyordur. Özellikle bunlar derslerse... Ne yazık ki; Türkiye'de hiç kimsenin bu festivalleri umursamadığını ve ilgilendiğini sanmıyorum. Mesela, festival konserleri neden parayla? Niye bize hediye etmiyorsunuz? Öğrenciler, derslerden vakit kazanmaya çalışırken birde bilet fiyatlarını düşünüyor. Neyse...

   Bir nokta daha var ki, festivalde, sanatçıların kendi müziklerini gösterme çabalarını anlamıyorum. Tamam, seni biz çağırdık ama dans edeceğiz, dans etmek varken duygusal parça çalıp, neden milleti abuk subuk moda sokuyorsun? Birisi sevgilisinden ayrılmış mesela, oturuyor ağlıyor. Festival demek, göbek atmak demektir. En ummadık insana bile, göbek attırabilen festival başarılı festivaldir. Faho isimli bir arkadaşım var, yani biz ona öyle diyoruz. Kendisini hiçbir festivalde dans ederken görmedim, sadece sallandığını gördüm ama bu son festivalde, mezun oluyorum diye midir bilmem, o kadar çok kıvırdı ki, dedim sen 4 senedir neredesin? İşte bu festival ruhu.


    Sonra ben çimlerde,arkadaşlarımla bir şeyler oynamaya, dans etmeye bayılıyorum. Böyle oyuncaklar olsun yetişkinler için, herkes bir şeyler yapsın. Hoplasın, zıplasın. Her sene gelen bir boğamız var ve ne zaman görsem üstü boş. Yılda birkaç insan binecek diye... İstenilen ilgiyi boğamız alamıyor. Sevdiğim bir oyuncak vardı ki, her sene fırsat bulup bineceğim diyorum ama bu sene gelmedi. Bu da son festivalimdi.

  
   Yiyecekler önemlidir, festivalde uzun zamandır görmediğin bir sandviçi, onu sevmesen bile yemek istersin çünkü o orada, "alın beni" diye bekliyor. Para koparmaya çalışan okulumuzun yiyecekleri hiçbir zaman başarılı olmadı bence. Aksine pahalı da oldu. Dondurma isteklerimden biri mesela ama kaliteli olsun, meşhur olsun mesela. Yaşar ustanın dondurmasından olsun. Macun vardı ve çok güzeldi. Eski zamana ait bir yiyeceğin kaybolma tehlikesi beni üzüyor ve dünü saymazsak en son 2 sene önce falan yedim herhalde yada daha fazla. Birde, niye sadece konser alanına girenler yiyebiliyor? "Biletiniz yoksa, yiyemezsiniz." Yeditepe, festivali öğrencilere bedava yapsa, yemekten aynı parayı çıkarabilir.


   Haftaiçleri, sinema gecemiz var ama tabi ki gene kötü ve başarısız. Öncelikle ses sistemi lazım. Minderlerin fazla olmasına ihtiyacımız var ve lights off please. Siz hiç ışıklı sinema gördünüz mü? Tabi oranın konsepti farklı olabilir, film bahane, muhabbet   şahane diyerek film yalan oluyor. Ne diyeyim, sinema gecesiyle ilgili düzenlemeler yapılırsa, iyi olursa izlerim filmi ama onun dışında bende muhabbete yada kart oynayan arkadaşlarımı izlemeye geliyorum. 

   En önemli şikayetim, insanlar. Her şeyi hunharca kırıp, yere atan ve ortalığın berbat olmasını sağlayan gençlik. Azıcık merhamet şu ortalığı temizleyenlere. Şişeleri bir poşete koymak ya da çöpe atmak ne kadar zor. Belki de festival zamanında, her 3 adıma bir çöp koyulmalı ki insanların atacak yerleri olsun. Tabi ki, öğrencilerimizin içme yerlerinin okulun dışı olmasının sebebi de var ve nedeni; gene okulun pahalılığı. Pahalı içki, kalitesiz eğlence. Festival istiyorum;her şey serbest olsun,festival istiyorum, insanlar cam şişelerini kırıp atmasın. Bu kaçınılmaz bir şey biliyorum ama bir çözüm bulmak zor olmasa gerek.

     Gene de, insanın sene içinde bahar festivallerini yaşaması güzeldir. Hiç yokta iyidir. Böbürlenmeye gerek yok çünkü kimse sallamıyor. Her şeye rağmen, festivalleri seviyorum çünkü arkadaşlarımla buluşmak için bir bahane ama ikinci sene Kenan Doğulu'nun konserinde, 20 kişi halay çektiğimizi hiç unutamam. Dipnot: "Güzeller içinden" şarkısını söylüyordu. Hatırlamak gerek ki; festival arkadaşların varsa güzeldir.












21 Ekim 2012 Pazar

BÜYÜK GÖL
Yedigöller Kampı

Yedigöller, Boluluların doğayla buluştuğu bir yer. İçinde yüzyıllık ağaçları barındıran çok güzel bir orman. Küçükken  gitme fırsatına sahip olmuş olsam da, büyüyünce daha çok farkına vardım. İlk kafa kampımı orada yaptım. İlk gördüğüm an, o kadar yeşil, taze bir görüntü var ki; insanın içi ısınıyor ve hafif bir yağmurla çıkan taze toprak kokusu, havanın soğukluğu bir içinize çekiyorsunuz. Kampımızı kurduktan sonra, karnımızı doyurmaya karar verdik sonunda. O ortamda, bir sürü işle ilgilenirken çok acıkıyorsunuz ve yemeğiniz o kadar lezzetli oluyor ki sanki daha iyisini hiç yemediniz. Ormanda, ateşin başında kamp yapmaya geldiyseniz, keyif yapmak da bir o kadar farklı oluyor. Benim kendi nargilesini getirip, hiç üşenmeden onu hazırlayan bir arkadaşım var ama onun aldığı keyifte ayrı bir heyecan.                                         
Su yollarından yürümek
Geceleri, uyku tulumunuz ve mat olduğu sürece soğuğu hissetmiyorsunuz. Küçük bir bilgi vermek gerekirsek, uyku tulumunda üşümemek için, içlikle girmek gerekiyor yoksa tulumunuz, sizi ısıtmaya çalıştığı kadar kıyafetlerinizi de ısıtmaya çalışacaktır. Bu arada, bu hikayenin komik tarafı bizim o akşam uyku tulumunda kalamamızdır çünkü başka bir arkadaşımız, çadırın pollerini unuttuğu için gecemizi arabada geçirmek zorunda kaldık ama sanki evimdeymişim gibi rahattım. Ertesi sabah, bir dünya güzeli aktivitemiz de sabah kahvaltısı. Göle yada yeşil bir ormana karşı, keyifli bir kahvaltı ve demlenmiş bir çay, hiçbir şeye değişmem ve herkesin bunun hayalini kurduğunu da biliyorum. O gün,vaktimizi iyi değerlendirebildik ve uzun bir geziye çıktık. Bahsetmeden duramayacağım, "risk" kelimesinin bizim için bir anlamı var. Yaşadığımızı hissettiren bir kelime. Onunla macera arıyoruz ve yaşıyoruz. Olmadık yerlerden yürüyor, atlıyoruz, zıplıyoruz. Ekstrem olayları 
seviyoruz.
Kayalık Yürüyüşü

O günün diğer keyfi, çayımızı ve aburcuburlarımızı alıp, Nazlı gölün başına gitmekti ve sular o kadar çok çekilmişti ki; gölün ortasında oturuyorduk. Hafif bir soğukluk ve yağmurda vardı ama her şey eğlenceli. Kamp alanına, araba yolunu takip ederek devam ettik ve komik sürprizlerle karşılaşıyorsunuz. Tabelalar veya enteresan köprüler gibi...
Gezimizi tamamladıktan sonra, eşyalarımızı toplayıp İstanbul'a dönüş yapacağız ama önce bir sucuk ekmek keyfi yapmadan olmaz. Toplandıktan sonra malesef evimize dönmek için yola çıkacaktık ama Yedigöller, bize son şakasını da yaptı ve akümüz bitti. Eğer şanslı olmasaydık, altımızdaki arabanın aynı markasını bulamazdık. Yedigöller'de bizi bir gün daha ağırlayabilirdi. Bu tecrübe için arkadaşlarıma teşekkür ederim. Yaşadığım en eğlenceli deneyimlerden biriydi ve Yedigöller'in güzelliğini bu şekilde yaşayabilmek de ayrı bir tecrübe. 

Dilek Çeşmesi
Dilek çeşmesine para atmadan ve bir dilek tutmadan geçmeyin.